Adler Nationalratssitzungssaal, Foto: Anna Konrath

Özgürlük

Her demokratik anayasasının tarihi, özgürlük talebiyle başlamıştır. Bu talep 16ıncı ve 17inci yüzyılın Avrupa’sında yaşanmış inanç savaşlarıyla başlamaktadır. Yaşanan bu gaddarlık etkisi altında o zamanın insanları barışsal bir ortamda yaşayabilmenin yollarını aramışlardır. Eski zamanın en önemli konularından birisi olan inanç yada iman konusunda  insanoğlu hiçbir kimsenin etkisi altında kalmadan kendi kararlarını verebilme hakkını aramıştır hep. 

Korkusuz ve önyargısız 

Hem geçmişte hemde şimdiki zamanda olsun, özgürlük talebi istendiğinde, özgürlük kavramı insani düşüncelerinde çeşitliliğini korumuştur. Felsefeci bayan Judith Shklar özgürlüğü şu sekil tanımlamıştır: „Her yetişkin şahıs hayatıyla alakalı her konuda korkusuz ve önyargısız karar kılmayı, aynı hakka sahip başka bir yetikşin şahsın özgürlüğüyle ulumlu olmasına dahil, başarmalıdır 

Bu fikir, dünyanın her yerinde yaşanan temel deneyimlerden yola çıkmaktadır:  

  • İnsanlar şiddet ve keyfi hareketlerden korkuyorlar. Bu deneyimler insanları hareketsizliğe itekliyor ve toplumda başka şahıslarla beraber bir hayat kurma imkanını ortadan kaldırıyor.
  • İnsanlar ten renginden, inançlarından dolayı ön yargılara maruz kalıyorlar. Bu ön yargılardan ne kurtulabiliyor ne onlara karşılık verebiliyorlar.

Avrupa tarihine baktığımızda bu tarz deneyimler inanç yada fikir farklılığı gösteren şahısların deneyimlerinden yola çıkmıştır. Zamanın hükümdarları, hükümdarlık ettiği kişilere karşıt keyfi hareketlerde bulunmuşlardır. Bu şekil baskı bugün bile birçok devlet tarafından yapılmaktadır. Özgürlük hakkı her modern anayasasının merkezini oluşturmaktadır. Demokratik anayasaya sahip bir devlet sınırları altında yaşayan hiçbir şahıs, böyle bir devletten korkmamalıdır. Ülkemiz sınırlarında yaşayan her insan devletimize güvenebilir, çünkü devlet vatandaşını şiddete karşı korumaktadır. Devlet sınırları altında şahıslar kendilerini geliştirebilirler. 

Özgürlük sınırlıdır 

Özgürlük her şahsın istediğini yapabilmesi demek değildir. Özgürlük sınırsız yada engelsiz olamaz. Kişi sadece ve sadece  kendi özgürlüğünü yaşıyorsa, karşı tarafın özgürlüğü kısıtlanıyor demektir. Böyle bir tavır karşılıklı saygıyı da aşmaktadır: karşı tarafın farklılığını, giyim, inanç yada dil olsun, kabul etmek demektir. Sadece hoşgörü göstermek az gelir, farklılığı kabullenmek söz konusudur bu noktada.  

Özgürlüğün sınırları sürekli güncel kalmalıdır. Özgürlük hakkının anayasada ilk belirlendiği zamanlar, 18inci ve 19uncu yüyılda, sorun devlet baskısından kurtulmak ve özgürlüğe kavuşmaktı. Daha sonraki bir aşamada ise, siyasi hayatı özgürce belirlemenin ne demek olduğu, neye ihtiyaç olduğuydu. Geçmiş zaman sürecinde aile içinde kadınların ve çocukların ne şekil yaşadığı ve hangi korkular atlında kararsız bırakıldıkları ortaya çıkmıştır. Aynı zamanda büyük şirketlerin hangi şekil özgürlüğü ve insani kararları kısıtladığı ortaya çıkmıştır. Bugünkü zamana baktığımızda düşünce özgürlüğünün sınırsız olmadığını görüyoruz: internet ve sosyal medyada inanılmaz bir hızla ön yargı ve kin dolu fikirler yayılmakta ve bazı şahıslar buna karşılık terörün yaşandığı bir zamanda, güvenlik ve düzen adına, özürlüğün kısıtlanmasını talep etmektedir.  

Özgürlüğün sınırları sürekli yeni belirlenmesi gerektiğinden, özgürlük hakları anayasa içerisinde kanuni muhafazaya alınmaktadır. Bu demektir ki, her özgürlük hakkı kanunlar tarafından belirlenmelidir ve bu açıklamalar sayesinde özgürlüğün sınırları ortaya çıkmaktadır.  

Özgür bir hayat için neye gerek var 

Konu özgürlüğün sınırlarına geldiğinde, özgür bir yaşam için neyin gerekli olduğunu düşünmeliyiz. Yaşanan hayat deneyimleri göstermektedir ki, sadece devletin etkisinden, bedeni ve ruhi şiddetten korunma özgürlüğü yeterli değildir. Özgürlük belirli koşullara ihtiyaç duyar ve maddi güvenlik gerekli koşullardan biridir. Aç olan, kafasını koyacak çatısı olmayan bir şahıs kendi hayatı için belirli kararları veremez.    (bkz. Sosyal devlet).  

Başka bir faktör eğitim demektir: eğitim sayesinde insanlar özgürlük talebinde bulunabilir ve sorumluluk altında özgürlüğü yaşayabilirler. Özgür yaşayabilmek demek, özgürlüğün ne demek olduğunu anlamak demektir. Özgür bir yaşam için toplumsal yaşamda güvenlik ve düzen gereklidir. Tüm bu faktörler özgür bir hayatı desteklemektedir. İnsanların şiddet kullanmasını, özgür toplum ve devletleri yıkmasını ortadan kaldıramayız.               

Özgür yaşamın bir ödünüdür bu gerçek, eğer özgür ise insan, böyle bir tehlike hep ortaya çıkabilir. Özgürlük tehlike altında kaldığı vakit, özgür ortamların nasıl kurulabileceği ve nasıl kısıtlanabileceği söz konusudur. Fakat güvence hiçbir zaman özgürlükten üstün değildir. 

Özgürlük ve sorumluluk 

Eğer şahıs korku ve takip edilme olmayan özgür bir hayat yaşayabiliyorsa, işte o zaman insan şahsi yetenek ve kabiliyetlerini geliştirebilir demektir. Böylelikle her insan ailevi ve dost sınırlarından öte, karşılıklı koruma ve ilgi dolu bir yaşam sürebilir. Özgür bir insan toplumsal, siyasi her ortamda sorumluluk üstlenebilir demektir 

Özgürlük ve sorumluluk birbirine bağlıdır. Özgürlüğümüzü yaşıyorsak eğer, o zaman bilinçli karar vermek istiyoruz demektir. Nasıl yaşamak istiyorsak, öyle yaşıyoruz demektir. 

Fakat özgürce yaşam sürebilemek tabiiki her hareketimiz için sorumluluk taşıyoruz anlamına gelmektedir 

Eğer bir şahsın hareket sebebinin, sadece örf ve adetlerinden, aile veyahut sosyal çevresinden kaynaklandığını tahmin ediyorsak, şahsın özgür olmadığını ortaya koyuyoruz demektir bu: „zaten başka bir şekil davranamaz bu şahıs“ diyor gibi oluruz. Çoğu ön yargılar bu tavrın altını çizmektedir ve böyle bir yaklaşım gösterdiğimizde, karşıtımızın özgür ve sorumluluk taşıyan bir varlık olduğunu unutuyoruz anlamına gelir bu davranış.    

Özgürlüğü korumak 

Demokratik bir anayasa her insanın özgür bir hayat sürmesini arzular. Özgür bir hayat nasıl olur? Sayısal kanunlar sayesinde özgür hayat imkanı kurulur. Bunların arasında ceza kanunu bulunmaktadır: şiddet ve korkutmanın her tür hallerini yasaklamaktadır bu ceza kanunları. Polis, idare ve makhemelerin şekillerini belirleyen kanunlar bulunmaktadır ve böylelikle vatandaş devlet tarafından takip edilemez. Fikir özgürlüğünü, özgür medyayı, özgürce toplanmak ve sokağa çıkma hakkını koruma altına alan kanunlar vardır. İstediğim kişiyle evlenebilir, istediğim kişiden boşanabilir ve bu haklarımı koruyan aile kanunlarıda bulunmaktadır böyle bir ceza kanunu kapsamında.  

Özgürlük ve bağımsızlık 

Anayasada başka bir özgürlük anlayışıda bulunmaktadır: Devletin başkalarına karşı bağımsızlığı (özgürlüğü) ve aynı anda vatandaşların özgürce demokratik kararları verebilme imkanıdır bu.  Bu özgürlük anlayışının önemini Avusturya Federal Anayasa’sı kapsamında bilinen kararlarda gözlemleyebiliriz.  

Avusturya Federal Anayasa’sının ilk maddesine bakalım isterseniz: „Avusturya demokratik bir Cumhuriyet‘tir ve hakkını toplumdan almaktadır“. Bu Avusturya vatandaşının özgürce siyasi kararlarda yer alması anlamına gelir. Anayasa mesela din/inançtan düşük görülmemelidir. 

1955 yılında Avusturya, Federal Anayasa Kanununa  imza atarak tarafsız bir devlet olduğunu kanıtlamıştır. 15 Mayıs 1955 tarihinde Avusturya devlet anlaşmasıyla birlikte, Avusturya’da yaşayan çoğu şahıs: Avusturya özgür!” diye haykırabilmiştir. Devlet amblemindeki kartalın kanatları sembolik olarak özgürlük adına kırılan zincirleri ifade etmektedir. 1938 yılında Avusturya, Üçüncü Reich’ın hükmü altına alınmıştır. 1945 yılına kadar Nasyonal sosyalistler hüküm gücüne sahip olmuşlardır ve İkinci Dünya savaşında yenildikten sonra Müttefik Haklar (İngiltere,Fransa, Sovyetler Birliği ve ABD) Avusturya’yı kurtararak Avusturya Cumuhuriyeti’ni  kurmuşlardır. Avusturya 1955 yılına kadar dört işgal bölgesinden oluşmaktaydı. Almanya gibi bölünmesinden korkan çok insan vardı. Sayısal müzakerelerin sonunda Avusturya demokratik Cumhuriyet olarak kalabildi ve tek bir şart koydu: tarafsız kalabilmek ve hiçbir askeri bağa katılmadan varolabilmek.